NİWEMANG – YİTİRİLMİŞ UMUTLARIN DİYARINA YOLCULUK
"Ölümden korkmuyorum. Çünkü ben varken o yok, o
varken de ben yokum. Ne kâr ne de zarar ölümden daha önemli değildir."
Niwemang, Half Moon,
Yarım Ay… İranlı Kürt yönetmen Bahman Ghobadi’nin yönetmenliğini yaptığı
Niwemang İran, Avusturya, Fransa ve Irak’ın ortaklığıyla yapılmış, 2006 yılında
yayınlanmış bir dram filmidir. Sarhoş Atlar Zamanı, Kaplumbağalar da Uçar ve
Gergedan Mevsimi filmleriyle yakından tanıdığımız yönetmen, Niwemang ile insanın
gönlünde derin ve kapanması zor yaralar açıyor. Etkileyici senaryosuyla ön
plana çıkan filmin oyuncu kadrosunda Allah-morad Rashtian, Golshifteh
Farahani, Hedye Tehrani, Ismail Ghaffari, Kambiz Arshi gibi
isimler bulunuyor. Oyuncuları, oyuncu
diye nitelendirmek istemiyorum. Çünkü onlar zaten yaşadıkları hayatı bütün
gerçekliğiyle yansıtıyorlar filmde. Bu sebepledir ki karakterleri çabucak
benimsiyoruz.
Başlangıcında bir horoz
dövüşü sahnesi ile karşılıyor bizi film. Ardından Mamo’dan bir telefon geliyor
ve hikaye başlıyor. Yaşlı Mamo ünlü bir Kürt müzisyendir. Saddam Hüseyin'in
devrilmesinden sonra, 37 yıldır gidemediği Irak Kürdistanı’na gidebileceğini
düşünür. 7 aylık bir uğraşın ardından vize almayı başarır. En büyük hayali
oğulları ile Irak Kürdistan’ında eşsiz bir konser vermektir. O gün gelip
çattığında devreye Kako girer. Horoz dövüşünü yöneten Kako, Mamo’nun
talimatıyla bir otobüs ayarlar. Otobüs hazırlanır, oğullar toplanır,
enstrümanlar yerleştirilir ve yola çıkılır. Saddam’ın devrilmesi bir fırsat
gibi görülse de bu yolculuk hiç de umdukları kadar kolay olmayacaktır. Büyük
bir hayal ile başlayan bu uzun yolculuğun ölüme dönüştüğünü göreceğiz. Öyle ki
Mamo, bir köy okulunda öğretmenlik yapan kızına ‘’Ölüm bile kötü şans değildir’’
diyecektir.
İran-Irak arasındaki
siyasi çekişmeleri de yansıtan film, kolonyalist Amerika’nın Irak’ı işgal
ettiği dönemde yolculuk yapanların hikayesi… Bir yol filmi Niwemang. Kendi
coğrafyasından kaçanların, şarkı söylediği için sürgün edilenlerin, yasaklanan
seslerin filmi. Yasa fetişisti olan kolluk kuvvetlerini, insanı hiçe sayan
kuralları, insanın gerçeğini görmezden gelen savaşları bizlere tüm
gerçekliğiyle aktarıyor. Yönetmen bu etkenleri yerle bir etse de gerçeklerin
acı bir yanı var, bunu da es geçmiyor. Sınırların, savaşların, kuralların ve
yasaların sadece yoksullar için var edildiğini gösteriyor bizlere. Ümidin
tetiklediği bir hayal ile başlayan yolculuk, sınırlarla ayrılmış bu büyük
coğrafyadaki insanların hem ortak bir kültürü hem de benzer yoksulluk ve
çaresizlikleri paylaştığını anlatıyor.
‘’Sanat,’’ der Ali
Şeriati, ‘’Olması gereken fakat olmayandan yararlanmak için insanın
çabalamasından ibarettir. Yani bu yaşamda, bu tabiatta olmayan ama benim
olmasına gereksinim duyduğum şeyi yapmak ve yaratmaktır. Sanat olanla değil,
olması gerekenle ilişkilidir. O yüzden de, ‘Sanat kalış felsefesidir.’ Öteyi
yani cenneti, yani bu dünyada var olmayan ama var olmasını istediğimi buraya
getirmek. Olması gerekeni olanın boyunduruğundan kurtarmak…’’ Çünkü olan
bellidir. Olan, an be an yaşadıklarımız, maruz bırakıldıklarımızdır. Olan,
günün sonunda ağzımızda kalan acı bir tattır. Hep bir şeyler eksik duygusudur. Niwemang,
işte bu olanın, olağanın, durağan ve sıradanın dışında, insanı beşerlikten
sıyırıp ‘’daha insan’’ mertebesine ulaştıran, daha iyi, daha erdemli, daha
güzelin oluşmasına, var olmasını istediklerimizin ortaya çıkmasına sebep olan
bir sanat, bir yapıt. Sürrealist bir yapım olarak karşımıza çıkan film,
içerisinde deneysel sinemanın özelliklerini de fazlasıyla barındırıyor.
İçerdiği dramatik öğelerin yanı sıra mizah dozunu da çok iyi ayarlıyor. Bu
coğrafyada insan olma durumunun sefaletine değinirken bolca güldürüyor. Özellikle
Kako’nun bulunduğu her sahneye gülebiliyorsunuz. Akıcı senaryosu, zeki
yönetmenliği ve iyi oyunculuklarıyla düzgün ve özenli bir film olarak öne
çıkıyor. Müzikleri de bağımlılık yapıyor desek yanlış olmaz.
Ghobadi’nin esas yapmak
istediği, insanın başına gelenlere karşı nasıl davranacağı, ne tür tepkiler
vereceği, hangi yolu seçeceği… Onun için mutlu ya da mutsuz sondan daha önemli
olan şey budur. İnsan ruhunun hasar tespitlerini yaparken, insanın iniş ve
çıkışlarını anlatırken nefes aldıracak boruları da açıyor. İnsanı kuyuya atıyor
ama merdivensiz de bırakmıyor. Bir hayalin peşinde belirsizliğe yolculuk yapan
insanın bu eyleminin, ruhunda açtığı yaraları, derin kederi, çektiği acıları,
yaşadığı çelişkileri çok iyi okuyor ve yansıtıyor. Hayal kurabilen bir insanın
ümitsiz kalmayacağını, ölümün de bu hayallerin bir parçası olduğunu aktarıyor
bizlere.
Bir hayali varken
renkli ve taze görünen Mamo’nun yüzü, ümitleri karlarla kaplı bir dağın
yamacında tükenince, bembeyaz bir ölüm soğukluğuna bürünüyor. Öncesinde bir
mezarın içerisinde gökyüzündeki aya bakarak ölüme hazırlanan Mamo, bu kez
vaktinin geldiğini anlıyor ve bir tabutun içerisinde yine gökyüzünde ayı
görerek varıyor kötü bir şans olmayan ölüme. Ona direnmek müflis bir çabadır. Ölümün
rengi beyazdır. Ölümün dokunuşu soğuktur. Tıpkı karla kaplı dağlar gibi, tıpkı
Mamo’nun yüzü gibi.
İzlerken de, anlatmaya
çalışırken de insanı zorlayan bir film. Hüzün, atlılarıyla koşturuyor dörtnala
damarlarınızda. Zaman kaybı değil, insanın ömrüne ömür katıyor. Filmi bir cümle
ile anlatacak olursam ‘’Hayal, tüm bilgeliğin başlangıcı, yaşam ve ölümün ortak
arkadaşıdır.’’ Hoşça bakın zatınıza.
Vizyondan Öneri: ‘’Ahlat Ağacı’’
Sinan oldum olası
edebiyatla ilgili bir genç adamdır ve yazar olmak istemektedir. Anadolu'da
doğduğu köye dönen genç adam kitabını bastıracak parayı bulmak için tüm
enerjisini harcamaya başlar ancak babasının geçmişten kalan borçları başına
dert olacaktır. Bir Nuri Bilge Ceylan filmi. 1 Haziran’da sinemalarda.
Müzik Önerisi:
Lion filmi müziklerinden Sia – Never Give Up. Afiyetle…
Yorumlar
Yorum Gönder